İskoçya, muazzam doğal kaynakları ve potansiyeliyle zengin bir ülke olarak öne çıkıyor, ancak bugün birçok İskoç geçim sıkıntısı çekiyor. Bunun temel nedeni, Westminster’ın kemer sıkma politikaları ve Brexit gibi kararlarının Birleşik Krallık’ta yaşam standartlarını 15 yılı aşkın süredir durgunlaştırması. İskoçya, ne kemer sıkmayı ne de Avrupa Birliği’nden ayrılmayı destekledi. Bu durum, “Westminster İskoçya için çalışmıyor” gerçeğini açıkça ortaya koyuyor.
1999’da kurulan İskoç Parlamentosu’nun özyönetim yetkileri, İskoçya’ya önemli kazanımlar getirdi. Erken eğitim ve çocuk bakımında genişleme, ücretsiz üniversite eğitimi, NHS reçetelerinin ücretsiz sağlanması ve alkolün asgari birim fiyatıyla alkol tüketimi gibi köklü sorunlara çözüm aranması, özyönetimin başarıları arasında. İskoç Çocuk Parası gibi öncü politikalar, çocuk yoksulluğunu azaltarak İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan farklı bir yol izlemesini sağladı.
Ancak bu ilerlemeler, Birleşik Krallık’ın zayıf ekonomik performansı ve derin eşitsizliklerin gölgesinde gerçekleşiyor. İskoçya, halkı, toplumu ve işletmeleri için daha iyi fırsatlar sunmak, daha güçlü ve kapsayıcı bir ekonomi inşa etmek ve doğal kaynaklarından tüm halkın yararlanacağı şekilde en iyi şekilde faydalanmak zorunda. Bu hedefler, ancak bağımsızlıkla mümkün görünüyor.
Bağımsızlık, İskoçya’nın kendi kararlarını kendisinin alması anlamına geliyor. Bu, İskoçya’da yaşayan, burayı seven ve hayatını burada kuran insanların, ülkenin geleceğini şekillendirmesi demek. Bağımsızlık, İskoçya’nın potansiyeline güvenmek ve herkes için daha adil, daha müreffeh bir gelecek inşa etmek için bir fırsat olarak görülüyor.
Herkesin İskoçya’nın nasıl bir yer olması gerektiğine dair fikirleri var. Bu fikirlerin İskoçya’da, İskoçya için ve İskoçlar tarafından hayata geçirilmesi, bağımsızlığın temel vaadi. Soru şu: İskoçya, Westminster’ın gölgesinden çıkıp kendi yolunu çizebilecek mi?