Finduk dalda kalsın… Karadeniz ahalisi muhafazakardır, hatta muhafazakarlıktan öte bildiğiniz “tutucu”dur. Her türlü değişime, gelişime intibak etmede zorluk çeker. Cumhuriyet devrimine de en çok direnen Karadeniz, özellikle de doğu Karadeniz ahalisidir.
Coğrafi olarak zor bir bölgedir. Şairin dediği gibi “insan yaşadığı yere benzer”, Karadenizliler hırçındır, kaypaktır, ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Oportünist bir karakter özelliği vardır.
Tarım ekonomisinin temel ürünü fındık meyvesidir. Dünya fındık rekoltesinin %85’i doğu Karadeniz bölgesinin kıyı kesimlerinde yetiştirilir. Fındık bu bölge ekonomisinin temelini oluşturmasına rağmen 1950 yılından itibaren ülke yönetimine çöreklenmiş tüm sağ-liberal iktidarlar, dünya ölçeğinde söz sahibi olduğumuz bu değerli ürüne ilgi göstermemiş; aksine bu ürünü yok etmek için ellerinden geleni yapmışlardır.
Her yıl ağustos ayının 15’inde toplanmaya başlanan fındık hasadı eylül ayı sonlarına kadar devam eder. CHP iktidarı zamanında kurulan FİSKOBİRLİK uzun süre piyasayı dengeleyici politikalar üreterek taban fiyatın belirlenmesine söz sahibi olmuştur. Ancak 2002 yılından bu yana AKEPE yönetimi FİSKOBİRLİK’i bertaraf ederek fındık fiyatını Hamburg borsasına teslim etmiştir.
Ben 30 yıl ülkenin değişik bölgelerinde coğrafya öğretmenliği yaptım. Aynı zamanda Samsun-Çarşamba ovasında bir fındık üreticisiyim. Meslek yaşamımda “Türkiye ekonomik coğrafyası” ünitesine başlarken, konuya şu girizgahla başlardım:
“Türkiye, dünyada bulunan 196 ülkeden dışarıdan yiyecek maddesi almadan kendi kendini besleyebilen on şanslı ülkeden biridir. Hatta ekonomisinin temelini oluşturan dünya ölçeğinde ün yapmış fındık, pamuk, tütün, incir, üzüm, kayısı, turunçgiller, çay, zeytin, her türlü yaş sebze ve meyve gibi tarım ürünlerinin yanı sıra büyük ve küçükbaş hayvan ile kümes hayvanları üretiminde de ön planda olan bir ülkedir. Tarıma dayalı sanayi kuruluşları aracılığı ile dünyada söz sahibidir…”
Bu söylem %100 doğru bilgiler içeriyordu. Aradan geçen 26 yılda geldiğimiz nokta herkesin malumu: dışarıdan aldığımız GDO’lu tarım ürünleri, şarbonlu canlı hayvanlar… Samandan bitkisel yağa, sarımsaktan soğana, patlıcandan bibere, mısırdan fasulyeye kadar her türlü yiyecek maddesini dışarıdan alan bir tüketim toplumuna dönüştürüldük.
Tarıma dayalı sanayi kuruluşlarımız “özelleştirme” adı altında uluslararası tekellere ve yerli işbirlikçi mütegallibeye peşkeş çekilircesine satıldı, yağmalandı. Anadolu iklimine yüzyıllar boyunca üretilerek uyum sağlamış yerli tohumlar ve hayvan ırklarımız “ıslah ediyoruz” maskesi altında yok edildi. Şimdi domates tohumunu bile İsrail’den almak zorundayız. Yerli tohum kullanımı yasaklandı, destekleme dışı tutuldu.
Dünyanın öte ucunda bulunan Uruguay’dan gemilerle, bokun içinde aylar süren vahşet yolculuğu ile gelen canlı hayvanlar veteriner kontrolünden azade ülke içinde kesilip satılıyor. Şarbon hastalığı alarm zillerini çalıyor.
Aslında yazımı sadece “fındık” tarımı üzerine kurgulamıştım ama derdim deşilince gameti uzattım… Ülkem insanı 155 yazı karakterinden oluşmuş metinlerden fazlasını okumaz, okusa da anlamaz. Ama şayet içinizde buraya kadar bu yazıyı okuyan -ve anlayan- olursa son söz olarak Türk çiftçisine tavsiyem olacak. Okuyanlar bu kısmı sayfalarında paylaşırlarsa yurtsever bir sosyal dayanışma örneğine katkı vermiş olurlar kanısındayım.
Son Söz Kesin fındıkları, tüm meyve ağaçlarını, koyunu, ineği, tavuğu, ördeği yok edin. Piyata (ejder meyvesi) dikin seralara, tanesi 10-15 TL’den satın. En iyi müşteri kaçak saray ve soytarıları… Hem afrodizyak etkisi de çok iyiymiş, bevliyeciye bedava para kaptırmazsınız…
Öyle de düzecekler bizi, böyle de. Tecavüz kaçınılmaz hale gelmişse, hiç değilse zevk almaya bakalım…
Cemil Biçer